21 Eylül 2011 Çarşamba

Değişim

bence yasam boyunca durmadan celiski icinde yasiyoruz, bunlardan biri de hep düzen aramak ve onlardan sıkılmak. Belli bir rutini tutturmak icin çabalıyoruz coğumuz, düzenli bir işim olsun, evden işe işten eve gideyim, hafta sonu eşimle dostumla gezeyim deriz, ama bir yandan da sıkılırız aynı iş aynı mekanlar diye....Kimimiz bir güç bulur risk alir değiştirir rutinini kimi ayni ritmde devam eder, kimisi de vardir çok güzel yaşar ayni rutininde mutludur, huzurludur.Ah ama amiyane tabirle rahat batanlar için zordur hayatlar, bu tipler başarili tiplerdir, kendileride severler böyle olmayi ama diğer yandan onlar için de coğu zaman sıkıntılıdır,degisim olmaya basladiginda karışıklıkda yasamak kolay değildir.

Off ben şu an değişmek istiyorum diyemezsiniz, olaylar, hatıralar hisler birikr durur, altyapıyı oluşturur farkedersiniz artık harekete geçmenin zamanının geldiğini... İşte cesur, fikrinde samimi ve enerjik olanlar için macera başlar...

Degisim hissyati oyle bir sey ki ne zaman gerek duydugunuzu bilmezsiniz ama zamani geldiginde o kendini hissettirir, biyolojik saat gibi. Tabii bir de samimiyet kısmına yönelmek lazım. Eğer yapılan eylemdeki amaç samimi değilse kesinlikle çok büyük bir hüsran olur, yani insan fikri ile samimi olmalı kendini kandırmamalı ve yaptığına kesinlikle inanması lazm ve öye güçlü olamsı lazım ki başkalarının ne dediği onun enerjisini almamalı.....Einsteinin dediği gibi "eğer bir fikirde absürdlük yoksa, baştan kaybetmeye mahkumdur"Ve son olarak biraz da idealizm.

Gerekli altyapı oluştuktan sonra eylem kısmı...Asla altyapı süreci, kadar acı çekmezsiniz, yorulursunuz,sinirlenirsiniz ama güzel kısmıdır. Yolun sonunda ise belki ilk düşündüğünüzden başka bir yerdesinizdir ya da farklı bir iş yapmışsınızdır ama yeteri kadar çalışmışsanız, fikriniz ile samimi iseniz aynı değerde bir konumda ya da aynı değerde bir iş yapmışsınızdır....

13 Eylül 2011 Salı

EGO

hey ego ya da hegemonya sen nelere kadirsin???
90 larda o kadar da çok kullanılmayan bu kelimeler nedense 2000 li yıllardan itibaren çok duyar oldum. Tabii bunda büyümeninde etkisi var yinede bu kelimeler ile ilgili bir istatistik yapılsa sanırım deminde dediğim gibi daha çok kullanıldığı ortaya çıkacaktır, peki nedir bu sözcüklerin kelime anlamı:

İd, ego ve süperego insan zihninin katmanlarıdır. Bu katmanlar birlikte yer almalarına karşın farklı düzlemlerde fonksiyon görürler.
ID, zevk temelli bir istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktasıdır. Temel ve en ilkel benliktir. Ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların en bencilce doyurulmasıdır
EGO; ise id nin bu isteklerini gerçeklikle karşılayan kısımdır. Çeşitli savunma mekanizmaları ile idi dengeler. İd ve süperego arasında dengeleyici unsurdur. Temel görevi kişisel güvenlik sağlamak ve idin bazı isteklerine izin vermektir. Freud ilerki yıllarda gerçekliği test etmek, savunma, bilgi sentezi ve zeka fonksiyonları ile hafızayı bu merkeze bağlamıştır
Süperego baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. Id nin ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir. Id ye karşı saldırgandır. Tabuları ayakta tutar. Oidipus kompleksinin çözümü için baba figürünün içselleştirilmesidir.

Hegomonya ise devlet yönetimlerinde ya da eski yunanca baskın olan yönetimi betimlese de gündelik dilde daha çok baskınlığı belirtmektedir.

Hepimiz belli bir sosyal çevrenin içinde büyüyoruz, sosyal açıdan belli bir konuma sahibiz kimimiz arkadaşları arasında daha saygın bir yere sahip, ya da kimi iş yerinde daha çok söz sahibi , kimi aile içinde sevilen dışarıda pek sevilmeyen biri vs. vs. vs.

Ve bakıldığında çoğumuz ilişkilerimizde istesek de istemesek de etki alanımızı arttırmak isteriz hatta zaman zaman zaman en yakınlarımız ile bir çekişmeye gireriz daha baskın hale gelmek için. Kimimiz daha güzel olmak ister, kimimiz tek söz sahibi olmak ister, kimimiz en fazla kazanan olmak ister bu liste gider de gider....Kimi zaman bu hırsa girdiğimizin farkına varmayız, kimi zaman körükleye körükleye gideriz bunların üstüne, bu yüzden en sevdiğimiz bile rakibimiz olur zaman zaman.....

Neden?

Bence bu durum en temel içgüdelerin dallanıp budaklanmış halidir... en temel ihtiyaçların barınma, üreme, karın doyurma olduğunu ve bunun temel içgüdüleri yönlendirdiğini varsayarsak; herhangi bir ortamda elde edeceğimiz baskınlık bu üç temel ihtiyacın daha fazla ve rahat biçimde karşılnamasını sağlayacaktır.

Buraya kadar bir sorun yok, bu içgüdüler ego ile tatmin edilebilir. Buradaki asıl sorun bu baskınlık yaratılırken başkasının varlığını ne kadar etkileniyor?? Yani ben güdülerimi tatmin edeyim derken karşı tarafa zarar veriyor muyum? asıl önemli olan bu; ve ne yazık ki bu zararı hem biz veriyoruz hem de aynı zamanda başkaları tarafından bunun zararını görüyoruz.

Kimimiz iş yerinde baskın olmak için altımızda ki elemanı eziyoruz, ya da eziliyoruz bir üstümüz tarafından,
kimimiz zaman zaman etrafımız ile rekabete gieiyoruz " o araba almış bende alayım" diye, yani, karşılaştırmaya gidiyoruz.Ya karşıdaki neye sahipse aynısına sahip olmaya ya da karşımızdaki ni ezmeye çalışıyoruz...

Peki nedir bu durumun ilacı, 1. si biz bunu yaptığımız da nasıl düzeltmeli 2. böyle bir şeye maruz kaldığımızda nasıl yanıt vermeli neyse bu durum da başka bir yazının konusu







4 Eylül 2011 Pazar

kabak koyu

Tatilin son günü;

Güzel 1 hafta geçti, kabak koyuna gittik hakan, serkan ve cem ile, 13 saatten fazla süren sonu macera dolu olan bir yolculuk. Hani sorsalar tatil ile ilgili düşüncelerin neler; diyebileceğim çok güzel zaman geçirdim ve kafamı dinlendirdim. Kaldığımız yer kabak koyununu tepesinde full moon camp adında bir yer, ulaşım kendi arabanızla çok zor ama bizim kadar maceraperestseniz, gidebilirsiniz. mekan ve odalar rahat ve temiz değil, duş tuvalet dışarıda ama manzara o kadar güzelki bunları önemsemiyorsunuz bile, mekan sahipleri çok cana yakın doğal bir güven ortamı var müşteri, çalışan ilişkisi yok, tatil boyunca barda müziği hep biz yaptık. Yemekler gereçekten ama gerçekten çok güzel. Ücrete gelince biz günlük 50 liraya kaldık sabah kahvaltı akşam yemeği dahil 3 günün sonunda kişi başı 380 lira para ödedik. ama bu fiyata içtiğimiz içkiler (kalcak yerden daha çok içiye para harcadık:)) kelebekler koyuna bot ile ulaşım dahil... yapabileceğiniz şeylere gelince...

Mekanın güzelliği yapabilecek bir şey aramıyorsunuz o kadar güzel bir manzara ve huzur var ki hiçbir şey yapmadan çardakta sadece kitap okuyup uyuyarak geçirebilirsiniz. bizim yaptığımız sabah erken kalkmak (zaten hava o kadar temiz ki ne kadar sarhoş olursanız olun erken kalkıyorsunuz) kahvaltı etmek çardakta şekerleme yapmak kitap okumak ardından sahile inip yüzmekten ibaretti.

denize gidiş geliş biraz uğraş istiyor, likya yolu denen bir patikadan iniyorsunuz. (Likyalılar iniş güvenli olsun diye yolu uzatmışlar ama türk aklı tehlikeyi göze alarak bir sürü kısa yol oluşturmuş.) sonra kabak koyuna çıkıyorusunuz, deniz taşlı ama güzel. bu arada bilmem ne miletvekili kumsalın 30 m. gerisine alaçatı ve çeşmede görünen mekanlara benzer bir yer açmış bence çok çirkin...( bu arada yasal olarak kumsaldan 100 m. ilerisine kadar sit alanlarında mekan açmanın yasak olduğunu belirtmemin gerekli olduğunu düşünüyorum)

Bunun dışında kelebekler vadidine bot ile turlar düzenliyorlar, kelebekler vadisinin manzarası ve denizi tek kelime ile mükemmel, günübirlik gittiğimiz için çadır hayatı ve orada yaşananlar hakkında hepimizin kulağına gelenlker dışında fazla bir bilgim yok, cem ile bereaber 2 saat boyunca denizde takıldık derinleere daldık tek kelime ile mükemmel.

işte böylee tatil bloğu ile ilgili çok can sıkmak istemiyorum, bir sürü duygusak çıkarım var ama onlarla canınızı sıkmayayım..